Fenerbahçe, Gaziantep FK deplasmanına Stuttgart maçının devam filmi gibi çıktı. Kadro değişmedi, yaklaşım da aynı kaldı. Tedesco göreve geldiği ilk günden beri yüksek topla oynama yüzdesiyle oynayan bir takım görmüştük, ancak Stuttgart karşılaşmasıyla bu ezber bozulmuştu. Bu senaryo Gaziantep deplasmanında da değişmedi. Sarı-Lacivertliler topu rakibine bırakıp skoru almayı seçti. Daha az top, daha çok tehdit… 22. dakikada tabela 2-0’a geldiğinde Fenerbahçe’nin maçı nereden tutacağını belirlediğini hepimiz gördük. İstatistikler de ilk devrede topun Gaziantep’te daha fazla kaldığını söylüyordu ama farkı yaratan, Fenerbahçe’nin ikinci ve üçüncü bölgede uyguladığı yoğun baskıydı. Bu pres, rakibin 11’ini adeta fonksiyonsuz hale getirdi. Gaziantep’i hem hataya zorladı hem de oyun kurulumunu baştan aşağı bozdu. Kısa pasla çıkamadılar, uzun vurduklarında da ikinci toplarda Fenerbahçe’nin yoğunluğu altında kayboldular. Stuttgart’tan Gaziantep’e uzanan bu iki maçta Fenerbahçe adına sahaya en net yansıyan olumlu özellik, oyunu topa değil baskıya sahip olarak kontrol etme kararlılığıydı.
Tedesco, ikinci yarıya gereğini yaparak başladı; azalmaya yüz tutan enerjiyi tazelemek için 55’te iki değişiklik geldi. Alvarez ve Kerem kenara gelirken Oğuz Aydın ve Fred oyuna dahil oldu. Oğuz’un oyuna girdiği ilk andan itibaren rakibe nefes aldırmayan baskısı, planın niyetini ele veriyordu. 61’de bu yaklaşım iki hamleyle daha pekişti; Asensi ve Brown çıktı, Levent Mercan ile Szymanski oyuna girdi. Bu değişiklikler bir yandan takım presini diri tutmak içindi, bir yandan da skor 2-0 eldeyken derbi öncesi riskleri minimize etmek içindi. Olası sakatlıklar ve gereksiz kartları önlendi. Fenerbahçe ikinci yarıda da tehdit üretmeye devam etti. 73’te İsmail’in kazandığı top sonrası En-Nesyri’ye attığı pas, hız ve zamanlamanın derslik örneğiydi. Faslı golcü hat-trick’in kıyısından döndü ama o sekans bile Fenerbahçe’nin artık neyi, ne zaman ve nasıl yapacağını daha iyi bildiğinin işaretiydi.
81’de sahneye Anderson Talisca çıktı ve kusursuz bir frikikle farkı üçe taşıdı. 89’da yine nefis bir vuruşla perdeyi kapattı: 4-0. Bu skor, sadece bir deplasman galibiyetinden ibaret değil. Fenerbahçe, Stuttgart gibi yüksek sertlikte bir maçı kazandıktan sonra Süper Lig’in şu anki en zor deplasmanlarından birine çıktı. Rakip Gaziantep FK, 17 Ağustos’tan beri yenilmiyordu; yedi maçlık bir seri yakalamışlardı. Böyle bir takıma karşı hem oyunun kontrolünü baskı üzerinden kurup hem de üç gol bulup hiç yememek, özgüvenin ve planın doğrulandığı anlardır. Tedesco döneminde şimdiye dek rakip filelere en fazla iki gol atılabilmişti. 4-0’lık skor, yalnızca tabeladaki fark değil, zihindeki sınırın da aşılmasıdır.
Bu iki maç, Fenerbahçe’nin oyun kimliğinde kritik bir dönüşümün altını çiziyor. Topa sahip olma meselesi, amaç değil araç olduğunda değerli. Tedesco’nun takımı, kazanma yolunu topa değil anahtar anlara hükmetmeye, pres şiddetine, geçişlerin doğruluğuna ve ceza sahası içi etkinliğe bağladı. Elbette bu planın sürdürülebilirliği, rotasyonun zamanlaması ve enerji yönetimiyle ölçülecek. Gaziantep maçındaki hamle zinciri bu açıdan yerindeydi. Oyunun hızı düşmeden taze bacaklarla presi devam ettirmek, kış aylarına yaklaşılırken sezon geneli için de bir yol haritası sunuyor.
Şimdi sırada derbi var. Beşiktaş deplasmanında gelecek bir galibiyet, Tedesco’nun üzerindeki baskıyı hatırı sayılır biçimde hafifletir ve bu takımın bir türlü yakalayamadığı o seri duygusunun kapısını aralar. Daha önemlisi, Fenerbahçe’nin son iki maçta kurduğu bu “az topla çok iş” düzeni, derbi atmosferinde sınanacak. Eğer aynı şiddette pres, aynı disiplin ve aynı netlikte geçiş oyunuyla sahaya çıkılırsa, bu oyun biçimi sadece bir dönemsel tercih değil, sezonun omurgası haline gelebilir. Skoru rakibe değil, topu zaman zaman rakibe bırakan bir Fenerbahçe’nin hikayesi yeni yazılmaya başlandı. Derbi ise bu hikayenin tonunu belirleyecek ilk büyük paragraf olacak.