Mısır Dışişleri Bakanı Bedir Abdülati, Türkiye ziyareti sırasında Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile bir araya gelmişti. Abdülati; Gazze’de sağlanan ateşkes, Türkiye ile ikili ilişkiler ve Sudan’a dair Habertürk’ten Sena Alkan’a açıklamalarda bulundu.
Gazze ile başlayalım. İki yıldır Gazze’de yaşanan bir soykırımı adeta canlı yayında izledik. Ateşkes başladığından bu yana ise 200’den fazla sivil hayatını kaybetti, 200’den fazla ihlal rapor edildi. Görünen o ki, bu durumda ateşkes son derece kırılgan. Bu süreçte Mısır da kilit bir rol oynuyor. Ateşkesteki son durumu ve bir sonraki aşamanın ne zaman başlayacağını bizimle paylaşır mısınız?
“ATEŞKESİN KIRILGAN OLDUĞU DOĞRU”
Size tamamen katılıyorum. Gazze’de son iki yılda yaşananlar insanlık dışıydı, uluslararası toplumun gözleri önünde eşi benzeri görülmemiş bir trajedi yaşandı. Bu hiçbir koşulda kabul edilemez. Mevcut ateşkesin son derece kırılgan olduğu doğru. Bu nedenle Türkiye gibi dost ülkelerle, Arap ülkeleriyle ve ABD ile yakın şekilde çalışıyoruz. Amacımız ateşkesi güçlendirmek, kalıcı hale getirmek. Çünkü bu çok önemli. Birinci önceliğimiz İsrail’in saldırılarını ve Gazze’ye yönelik yeni bir saldırganlığı yeniden başlatmasına izin vermemek.
TASARI’NIN BMGK’DEN GEÇMESİ ÇOK ÖNEMLİ
Bu yüzden şu anda New York’ta süren görüşmelerin, ABD’nin hazırladığı karar tasarısının BM Güvenlik Konseyi’nden geçmesi çok önemli. Bu tasarı, iki tarafın — İsrail ve Hamas’ın — ateşkese dair taahhütlerini denetleyecek uluslararası bir güç, yani ISF’in (Uluslararası İstikrar Gücü) konuşlandırılmasını da içerecek. Zaman zaman İsrail, Gazze’ye saldırılar düzenliyor ve karşı taraftan ihlal olduğu iddiasında bulunuyor. Bu durum sürdürülebilir değil. Bu yüzden ateşkesi denetleyecek ve olası ihlallerden tarafları sorumlu tutacak bir uluslararası güce ihtiyaç var.
Önceliğimiz ateşkesi kalıcı ve sürdürülebilir hale getirmek, Gazze’ye büyük miktarda insani yardımın ulaşmasını sağlamak, İsrail’in Gazze’den tamamen çekilmesini temin etmek. Çünkü burası Filistin toprağıdır ve Filistinliler tarafından yönetilmelidir.
Son olarak erken toparlanma projeleri ve Gazze’nin yeniden inşası süreci başlatılmalı. Bu amaçla Mısır olarak bir konferansa ev sahipliği yapacağız ve Türkiye’ye de bu çok önemli konferansa katılım daveti gönderdik. Önümüzdeki haftalarda yapılacak bu toplantı, siyasi bir sürecin zeminini hazırlayacak. Bu süreç, nihayetinde Doğu Kudüs’ü başkent kabul eden, Gazze ve Batı Şeria’dan oluşan bir Filistin devletinin kurulmasına yol açmalıdır. Böyle bir Filistin devleti kurulmadan bölgede kalıcı istikrar ve barış mümkün değildir, bu İsrail için de böyle.
Az önce bahsettiğiniz başlıkların her birinin detayına tek tek gireceğim, ancak öncesinde şunu sormak istiyorum: Ateşkes görüşmeleri uzun süre kısır döngüde kaldı, önceki tüm girişimler başarısız oldu. Bugün Türkiye Dışişleri Bakanı, “Ateşkes görüşmeleri sırasında birlikte öfkelendik, birlikte üzüldük ama sonunda başardık” dedi. Peki, son iki yıldır süren bu çıkmazı kıran unsur neydi?
Açık konuşmak gerekirse, bu sürecin kırılmasında belirleyici olan unsur, Başkan Trump’ın ve Amerika Birleşik Devletleri’nin doğrudan sürece dahil olmasıydı. Çünkü ABD ve Başkan Trump, iki taraf üzerinde gerçekten baskı kurabilecek, müdahale edebilecek tek aktördür. Ve Trump, kendi barış planını iki tarafa da kabul ettirmeyi başardı — bu bir gerçektir. ABD, özellikle İsrail üzerindeki etkisi ve nüfuzu nedeniyle son derece önemli, kilit bir oyuncudur. İşte bu, sürece yeni bir boyut kazandırdı.
“TRUMP SÜRECİ YAKINDAN TAKİP EDİYOR”
Daha önce Mısır, Katar ve Türkiye’nin de katkı sağladığı çeşitli girişimlerde bulunduk. Ancak Şarm El-Şeyh’te son olarak başarıya ulaşmamızın temel nedeni, ABD’nin ve özellikle Başkan Trump’ın kişisel olarak sürece dahil olmasıydı. Bu aynı zamanda ateşkesin sahada kalıcı olmasının da garantisidir — çünkü Başkan Trump süreci yakından takip ediyor, tarafların verdikleri taahhütleri yerine getirmelerini sağlamak için ilgisini ve baskısını sürdürüyor.
Yaklaşık 200 Hamas üyesinin, “sarı hattın” İsrail kontrolündeki tarafında sıkışıp kaldığı ve bu kişilerin güvenli geçişi için görüşmelerin sürdüğü yönünde haberler var. Bugün ABD’li yetkili Witkoff, İsrail ile ABD arasında bu konuda bir anlaşmaya varıldığını söyledi. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Şu anda ihtiyaç duyulan şey, tarafların Trump barış planında yer alan taahhütlerini yerine getirmesidir. Bu plana göre İsrail’in askerlerini yeniden konuşlandırması ve geri çekilmesi gerekiyor. Diğer yandan, Gazze’nin yönetimini üstlenecek bir Filistin idari komitesinin kurulması ve sahadaki silahlı grupların silahsızlandırılması sürecine geçilmesi gerekiyor.
“İKİNCİ AŞAMAYA GEÇMEMİZ GEREK”
Yani Trump barış planı bunu öngörüyor. Şimdi ikinci aşamaya geçmemiz gerek: Bu aşama, çekilme, yeniden konuşlanma, silahsızlandırma ve Gazze’de bir Filistin idari komitesinin oluşturulmasını kapsıyor. Bu komite, güvenlikten, asayişten ve temel hizmetlerin sunulmasından sorumlu olacak. Ardından Filistin Yönetimi’nin sahada güçlendirilmesi ve devreye girmesi sağlanacak.
Geçtiğimiz hafta Mısır’da Hamas ve Filistin Yönetimi arasında, yani Filistin içi görüşmeler gerçekleştirildi. Bu iki taraf arasında herhangi bir anlaşmaya varıldı mı? Yani yakın zamanda bir teknokrat hükümeti görecek miyiz, eğer öyleyse kimlerden oluşacak?
Filistin ulusal uzlaşısına ulaşmak için yoğun şekilde çalışıyoruz, çünkü bu son derece önemli. Filistinli grupları Mısır’da ağırladık ve onlara, Filistin davasının şu anda var olma ya da yok olma noktasında olduğunu, kişisel çıkarlarını bir kenara bırakıp mevcut zorluklarla yüzleşmeleri gerektiğini açıkça söyledik. Bu uzlaşı için ciddi çaba harcıyoruz.
“KOMİTE TEKNOKRATLARDAN OLUŞACAK”
Bahsettiğim komite tamamen teknokratlardan oluşacak. Hiçbiri herhangi bir Filistinli siyasi fraksiyona, yani Hamas’a, El Fetih’e ya da Cihad’a bağlı değil. Tarafsız, bürokrat, teknokrat isimler olacak. Tamamı Gazze’den, sayıları 10 ila 15 arasında değişecek. Mühendisler, doktorlar, çeşitli alanlardan profesyoneller. Görevleri Gazze’deki günlük yaşamı düzenlemek, halka hizmet sunmak, erken toparlanma ve yeniden inşa sürecini yürütmek, adalet, güvenlik gibi temel hizmetleri sağlamak olacak. Bu yapı kalıcı değil, geçici bir dönem için oluşturulacak. Sonrasında Filistin Yönetimi sahada güçlendirilecek ve devralarak Batı Şeria ile Gazze’nin birliğini sağlayacak.
Trump’ın 20 maddelik barış planındaki kilit unsurlardan biri de Uluslararası İstikrar Gücü. ABD bu konuda BM’ye bir karar tasarısı sundu, anladığım kadarıyla son taslak şu anda BM koridorlarında dolaşımda. Dolayısıyla doğrudan sormak isterim Sayın Bakan — bu güç barışı koruma (peacekeeping) mı, yoksa barışı zorlama (peace enforcing) yetkisine sahip bir güç mü olacak? Yani başka bir ifadeyle, ISF gerekirse askeri müdahalede bulunma yetkisine sahip olacak mı, ya da olmalı mı?
Bizim anlayışımıza göre, pratik ve uygulanabilir olmak açısından bu gücün barışı koruma misyonu (peacekeeping) kapsamında olması gerekir. Ana görevi sahada ateşkesi denetlemek, Filistinli polis güçlerini eğitmek ve kapasitelerini geliştirmek olmalıdır. Ayrıca sınırların ve geçiş noktalarının güvenliğini sağlamaları da mümkün olabilir. Bu son derece önemli. Ancak bu gücün Filistinlilerin rızasıyla sahaya gitmesi şart — aksi halde işgalci güç olarak algılanabilirler. Dolayısıyla pozisyonumuz net: Bu kuvvet sadece barışı koruma misyonu olmalı, barışı zorlama yetkisine sahip bir güç olmamalı. Zaten bu güce asker göndermeyi planlayan birçok ülke de aynı görüşü paylaşıyor.
Katkı sağlayacak ülkelerden bahsettiniz. Hangi ülkeler bu güce katkıda bulunacak? Bu ilk sorum. Sahada kaç asker olacak? Kim komuta edecek? Ve bu gücün tam olarak rolü ne olacak?
Bu konular hâlâ bir sonuca bağlanmadı. Katkı sunacak ülkeler konusunda süreç gönüllülük esasına dayanıyor. Bazı ülkeler — İslam ülkeleri, bazı Batılı ve Avrupa ülkeleri — katkı sağlayacaklarını ifade ettiler. Ancak bu gönüllü bir katılım olacak. Dolayısıyla sayı hâlâ tartışma aşamasında; kesinleşmiş bir rakam yok. Komuta ve kontrol yapısı konusunda da henüz netlik yok. Bildiğiniz gibi, Amerikalılar İsrail içinde “CMCC” yani Sivil-Askeri İş Birliği Merkezi’ni kurdular ve şu anda bazı ülkeler bu merkeze bir veya iki gözlemci ya da üye gönderiyor. Süreç hâlâ açık, ilerleyen aşamalarda bu sorulara net yanıtlar bulunacak. Ancak öncelikle BM Güvenlik Konseyi karar tasarısının dilinde mutabakata varmamız gerekiyor. Önce görev tanımı belirlenmeli, ardından askeri yetkililer hangi ülkelerin, ne kadar askerle ve hangi çerçevede katkı vereceğine karar verecek.
O halde doğrudan sorayım: Türkiye’nin ISF’e ve sonrasındaki sürece dahil olmasını destekliyor musunuz?
Elbette, Türkiye Katar ve Amerika Birleşik Devletleri ile birlikte Şarm El-Şeyh’teki görüşmelerde bu önemli anlaşmaya, yani Gazze’deki bu korkunç savaşı sona erdiren anlaşmaya katkı sağladı. Dolayısıyla, daha önce de belirttiğim gibi, bu süreç gönüllülük esasına dayalı ve farklı ülkelerin katkısına açık.
Bu ateşkes anlaşmasına göre her gün tam 600 yardım tırının Filistin’e ulaşması gerekiyor. Ayrıca ateşkes, Refah sınır kapısının da açık olmasını öngörüyor. Ancak bunların hiçbiri şu ana kadar gerçekleşmedi. Neden? Refah sınır kapısı açılacak mı?
Refah kapısı Mısır tarafından haftanın yedi günü, 24 saat açık. Sorun, geçişin diğer tarafında, yani Filistin tarafında. İsrail hâlâ orada ve kapıyı kapalı tutuyor. Gazze halkının asgari ihtiyaçlarını karşılamak için her gün 900 ila 1.000 tırın girmesi gerekiyor. Dolayısıyla çok daha fazla yardım akışına, daha fazla tırın geçmesine ihtiyaç var. İsrail ile Gazze arasında bulunan diğer beş geçiş noktasının da açılması gerekiyor. Çünkü işgalci olan taraf İsrail ve bu geçişleri açmaları gerekiyor.
Sudan’ı sormak istiyorum. Türkiye’ye gelmeden önce Sudan’daydınız. Ne yazık ki El-Faşir’de tarih kendini tekrarlıyor. Oradan gelen görüntüler korkunç — açlıktan ölen çocuklar, katledilen siviller, ölen yakınlarının bedenlerine sarılan insanlar, kendi mezarlarını kazmaya zorlanan siviller… Neden Sudan’da bir ateşkes göremiyoruz? Buradaki tıkanma noktası ne? Ve bu konuda Türkiye ile iş birliğine açık mısınız?
Elbette iş birliğine açığız ve zaten Türkiye ile bu konuda bir iş birliğimiz var. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yaptığım görüşmede Sudan’ı uzun uzun konuştuk. Aynı şekilde Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile de Sudan meselesini detaylı biçimde ele aldık. Sudan’ın birliğini, ulusal kurumlarını ve ulusal ordusunu destekleme; paralel yapıları reddetme konusunda tamamen aynı noktadayız. Sudan’daki durum bizi son derece üzüyor. Nisan ayında bu savaş üçüncü yılına girecek — her gün yıkım, her gün masum insanların ölümü. El-Faşir’de yaşananlar tam anlamıyla bir soykırım, insanlığa karşı suçtur. Kınanmalı, lanetlenmeli. Bunu kimse kabul edemez.
Biz bu konuda Amerikalılarla, Türk tarafıyla, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile birlikte, 12 Eylül’de yayımlanan “Dörtlü Bildiri”yi uygulamak için çalışıyoruz. Bu bildiri, önce bir insani ateşkesle başlayıp kalıcı ateşkese, ardından kapsayıcı bir siyasi sürece geçilmesini öngören bir yol haritası sunuyor. Bu süreçte hiçbir sivil ya da silahlı grup dışlanmamalı ve tamamen Sudanlıların sahipliğinde, dış müdahale olmadan yürütülmeli. Sudan’daki, Libya’daki, Suriye, Lübnan ve Yemen’deki asıl trajedi dış aktörlerin olumsuz etkisi ve ulusal kurumların zayıflığı. Bu yüzden bu kurumları güçlendirmemiz, birliği korumamız gerekiyor.
Afrika kıtasındaki bir diğer önemli dosya da Libya. Türkiye ve Mısır bu konuda aralarındaki görüş ayrılıklarını aştı mı?
Evet, Libya’nın birliği konusunda ve ülkenin bölünmesine karşı çıkma hususunda hemfikiriz. Libya’nın egemenliğini korumak ve yürütme organlarını, yani hükümeti birleştirmek için yoğun şekilde çalışıyoruz. Mısır’ın pozisyonu net: Eşzamanlı parlamento ve başkanlık seçimleri yapılmalı. Ancak bundan önce Libya’yı seçime götürecek yeni bir hükümetin kurulması gerekiyor. Tüm yabancı güçlerin ülkeden çekilmesi, milis grupların dağıtılması ve Libya halkının kendi süreçlerine sahip çıkabilmesi şart.
Ayrıca Türkiye ile BM Genel Sekreteri’nin Libya Özel Temsilcisi Sayın Hana’nın sunduğu yol haritasını destekleme konusunda da aynı fikirdeyiz. Bu doğrultuda Libya’yı istikrara kavuşturmak ve seçimlere hazırlamak için Mısır, Türkiye ve Libya arasında düzenli istişareler yürütüyoruz. Öte yandan, Türkiye ile Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarının belirlenmesi ve enerji kaynaklarının paylaşımı konularında da diyalog halindeyiz.
Son olarak şunu sormak istiyorum Sayın Bakan — Türkiye ile Mısır arasındaki ikili ilişkiler uzun süre donmuş durumdaydı. Normalleşme süreciyle birlikte, sizce bu ilişkilerde, ister ikili ister bölgesel ister ekonomik anlamda, kayda değer bir ivme yakalandı mı?
Şu anda Mısır-Türkiye ilişkileri tarihimizin en yüksek seviyesinde. Cumhurbaşkanı Sisi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında çok yakın bir ilişki ve karşılıklı güven var. Her iki lider de iş birliğimizi daha da derinleştirme yönünde güçlü bir siyasi irade gösteriyor. 2024’te Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kahire ziyareti ve ardından Eylül ayında Cumhurbaşkanı Sisi’nin Ankara ziyareti, ilişkilerde bir dönüm noktası oldu ve yeni bir iş birliği ufku açtı.
Siyasi düzeyde ilişkiler son derece iyi, ticari anlamda da hızla gelişiyor. Ticaret hacmimiz şu anda 8,58 milyar dolara ulaştı, bu da 2023’e göre yüzde 11 artış anlamına geliyor. Liderlerimiz, önümüzdeki 4-5 yıl içinde bu hacmi 15 milyar dolara çıkarmayı hedefliyor. Türkiye’nin Mısır’daki yatırımları 3 milyar dolara ulaştı, birçok Türk şirketi Mısır’da faaliyet gösteriyor ve biz bundan memnunuz. Bu yatırımları artırmak istiyoruz.
Turizmde de ciddi bir artış var. Daha önce Türkiye’den yılda 40 bin turist Mısır’a gelirdi, şimdi bu sayı 250 bine ulaştı. Aynı şekilde, geçen yıl yaklaşık 240-250 bin Mısırlı Türkiye’yi ziyaret etti. Yani iş birliğimizde sınır yok. Gelecek yıl Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kahire’ye gelerek Cumhurbaşkanı Sisi ile birlikte Stratejik İşbirliği Konseyi’nin ikinci toplantısına başkanlık etmesini bekliyoruz. Bu, ikili ilişkilerdeki en üst düzey mekanizmadır. Bu ziyaretin ardından ilişkilerimizin çok daha ileri bir seviyeye ulaşacağına inanıyorum.