Dünya genelinde diyabet hastası sayısı 800 milyonu, kilo fazlalığı olan insan sayısı ise 2 milyarı aşıyor. Bu yıl Avrupa Diyabet Çalışmaları Derneği (EASD) tarafından Viyana’da 61’inci kez düzenlenen EASD Kongresi kapsamında açıklamalarda bulunan Prof. Dr. M. Temel Yılmaz, milyonlarca kişinin yaşamını zorlaştıran, ciddi sağlık riskleri doğuran ve ülke ekonomilerine ağır yük getiren diyabet ve obezitenin tedavilerindeki yeni döneme dikkat çekti.
Türkiye, diyabet ve obezite oranı ve artış hızında Avrupa’da birinci sırada yer alıyor. Bu iki hastalık, birbirinden ayrılamayan iki hastalık olarak milyonlarca insanın sağlığını tehdit ediyor. Ancak diyabet ve obezitenin yol açtığı kalp-damar hastalıkları, böbrek yetmezliği, hipertansiyon ve görme kaybı gibi ciddi komplikasyonlar artık geride kalabilir. Yeni geliştirilen GLP-1 ilaçları, hastaların hem kilo kontrolünü sağlıyor hem de bu hastalıkların yol açtığı sağlık sorunlarını geriletebiliyor.
Prof. Dr. M. Temel Yılmaz ile Demet Demirkır
Prof. Dr. Temel Yılmaz, GLP-1 ilaçlarının Tip 2 diyabet alanında insülinin bulunuşundan sonraki en önemli gelişme olduğuna dikkat çekti.
İnsülin ve ilaçlardan oluşan klasik tedavi anlayışının yerine artık yeni bir bakış açısının benimsendiğini kaydeden Prof. Dr. Yılmaz, “Diyabetli hastalarda medikal tedavi, hasta izlemi ve takip kriterleri tamamen değişti. Klasik tedavi anlayışında Tip 1 diyabetlilere insülin, Tip 2 diyabetlilere ise beta hücresinin insülin salgısını artıracak ilaçlar veriliyordu. Ancak bu yöntemle ideal sonuçlara ulaşılamıyordu. Şimdi diyabet tedavisinde yeni bir süreç başlıyor. GLP-1 ilaçları insülinden sonra diyabetolojide bugüne kadar bizim gördüğümüz en büyük buluş” diye konuştu.
Prof. Dr. Yılmaz, GLP-1 ilaçlarının diyabet hastalarında hipoglisemik atakları önlediğini ve açlık krizlerini sona erdirdiğini, ayrıca bu ilaçların iştah mekanizmasını da etkileyerek kilo alımını önlediğini belirtti.
Prof. Dr. Yılmaz’a göre, iyi tedavi edilmeyen Tip 2 diyabet hastalığı; kalp-damar hastalıkları, hipertansiyon, felç, kronik böbrek yetmezliği, bacak ampütasyonu ve 20 yaş üstü körlükler gibi ciddi sağlık sorunlarının bir numaralı sebebi. Ancak yeni tedavi yöntemleriyle artık bu olumsuz durumları önlemek mümkün.
“10 sene önce ‘Klinik düzeydeki Tip 2 diyabetli hastaları insülinsiz ve ilaçsız tamamen düzeltebileceksiniz’ deselerdi bunu sadece bir espri olarak karşılayabilirdik” diyen Prof. Dr. Yılmaz, bugün artık bunun mümkün hale geldiğini söyledi.
Diyabet ve obezitenin yüzde 90 benzer mekanizmalara sahip ve birbirinden ayrılamayan hastalıklar olduğunu söyleyen Prof. Dr. Temel Yılmaz, obezitesi olanların yüzde 80-90’ının ilerleyen yıllarda diyabet adayı olduğunu söyledi.
Dünya genelinde iki milyarın üzerinde fazla kilolu insan bulunduğunu belirten Prof. Dr. Yılmaz, obezitenin yalnızca estetik bir sorun olmadığını, tekrarlayan kronik bir inflamasyon (iltihaplanma) hastalığı olduğunu vurgulayarak, burada ana sorunun damar içi ve iç organlardaki yağlanmalar olduğunu ifade etti.
Prof. Dr. Yılmaz, GLP-1 ilaçlarının kilo verdirme etkilerinden ziyade kronik inflamasyon hastalıkları üzerindeki etkilerinin çok daha önemli olduğuna dikkat çekerek, şöyle konuştu: “İlaçlar kilo verme etkisinden bağımsız bir şekilde kardiyovasküler ölümleri de azaltıyor.”
Obeziteli kişilerde göz ardı edilen en önemli komplikasyonun organ yağlanmaları olduğu, karaciğer, pankreas ve akciğer yağlanmasının yanı sıra beyinde de yağlanma görüldüğünü aktaran Prof. Dr. Yılmaz, bu durumun demans ve Alzheimer’a yol açabileceğini ve “tip 3 insülin direnci” olarak adlandırıldığını ifade etti.
Kilo kaybının organlardaki yağlanmayı gerilettiğini belirten Prof. Dr. Yılmaz, özellikle karaciğer yağlanmasında kilo vermenin en etkili yöntem olduğunu söyledi. Bu süreçle birlikte kardiyovasküler ve böbrek hastalıkları gerilerken, beyin sisi denilen başlangıç dönemde unutkanlık ve hafıza zayıflama sorunları da azalıyor.
Prof. Dr. Temel Yılmaz, yapılan araştırmaların, kötü beslenme ve hareketsizliğin obezite üzerindeki etkilerini ortaya koyduğunu ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü: “Obezitenin oluşumunda hareketsiz yaşamın etkisi yüzde 30 civarındayken, kötü beslenmenin etkisi yüzde 70’lerde. Eğer obezite sadece hareketsiz yaşamla ilişkili olsaydı, hapishanelerdeki insanlar ya da hayatlarının büyük çoğunluğunu laboratuvarlarda geçiren bilim insanlarının çoğu obez olurdu.”
Sağlık Bakanlığı’nın beş yıl önce yaptığı resmi açıklamaya göre, Türkiye’deki çocukların yüzde 30’u fazla kilolu, yüzde 10’u ise obeziteli.
Prof. Dr. Yılmaz, “Erkeklerde fazla kilolu erişkinlerin oranı yüzde 70’ler, kadınlarda ise yüzde 40 civarında. Türkiye’de obezitenin esas kaynağı okul kantinleridir. Her yıl yaklaşık 20 milyon çocuk ve genç bir bakıma devlet eliyle kantinlerde fast food’a alıştırılıyor. Çocuklar ilkokuldan itibaren alıştığı ev yemeklerinin yerine kantindeki fast food yiyeceklerle tanışıyor ve bu durum alışkanlık haline geliyor. Okul servisleriyle birlikte hareketsiz yaşam ve evde ekran bağımlılığıyla birlikte çocukluk çağı obezitesi başlıyor. Türkiye, ilköğretim ve ortaöğretimde çocuklara sıcak yemek sunamayan Avrupa’daki nadir ülkelerden biri” dedi.
Fast food yiyeceklerin en büyük suçlu olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Yılmaz, “Her ülkede iki tip fast food vardır; birincisi Amerikan tipi fast food, ikincisi ise o ülkenin milli yemeklerinden oluşan fast food. Milli yemeklerinden oluşan fast food’un çok yağlı ve karbonhidratlı olduğu ülkelerde obezite oranı hızla artıyor. Meksika, Türkiye ve Hindistan bu ülkeler arasında” diye konuştu.
Yılmaz, “Bizim milli fast food’larımızın kaynağı Güneydoğu Anadolu mutfağı. Ekmek arası döner, dürüm, lahmacun gibi yiyecekler, yağlı ve yüksek karbonhidratlı atıştırmalıklar obeziteyi ciddi şekilde artırıyor. Bu nedenle hem obezite hem de diyabet artış hızında Avrupa’da birinciyiz. Özellikle Adana, Antep ve Maraş civarında obezite ve diyabetin yanı sıra kardiyovasküler hastalıklar da çok yüksek” diye ekledi.
Türkiye, obezite oranı ve artış hızında Avrupa’da birinci sırada. Bu noktada toplumun obezite ve obezitenin neden olduğu hastalıklarla mücadelede GLP-1 ilaçlarına çok ihtiyacı olduğunu belirten Prof. Dr. Yılmaz, “Devlet bunu belli bir programa bağlamalı, bir tedavi aracı olarak görmeli ve geri ödeme sistemine almalı. Geri ödemede özellikle obezitede komorbidite hastalıkları olsun, yani kalp-böbrek hastalığı, diyabetli ve tansiyonu olan obeziteli hastalar için devletin mutlaka bu grup ilaçları geri ödemeye alması gerekiyor” dedi.
Prof. Dr. Yılmaz, GLP-1 ilaçlarının güvenilirliği konusunda da önemli bilgiler verdi: “Prensip olarak yeni çıkan hiçbir ilacı bir yıl boyunca hastalarıma yazmıyorum, izliyorum. Bu grup ilaçlar 10 yıldan bu yana kullanımda ve güvenilirliğini kanıtlamış durumda.
Bir ilaçta önemli olan ilacı doğru kullanma sanatı. Her ilacın kötü kullanımda yan etkisi var. Örneğin, kan sulandırıcıyı dikkatsiz kullanmak mideyi kanatır; fazla su içmek su zehirlenmesine yol açar. Bu ilaçlar internetten sipariş edilip rastgele kullanılacak ilaçlar değil.”
Yılmaz, ilaçların yanlış veya kontrolsüz kullanımının en önemli sorun olduğuna dikkat çekerek, ilaçların endikasyona uygun kullanılması gerektiğinin altını çizdi.
GLP-1 ilaçlarının Avrupa’da neredeyse sadece Türkiye’de reçetesiz satıldığını belirten Prof. Dr. Yılmaz, “İlacın reçetesiz satışı Türkiye’de büyük bir sorun. Kötü kullanımdan kaynaklı yan etkiler sosyal medyada paylaşılıyor ve bu da paniğe yol açıyor” dedi.
Prof. Dr. Yılmaz, birçok insanın hiçbir emek harcamadan sadece ilaca yüklendiğine dikkat çekerek, şunları söyledi: “Bu ilaçlar doza karşı duyarsızlık oluşturabiliyor. Kişiler ilacın etkisi bittiğinde de yeniden yemek yemeye başlıyor ve arkasından ‘Bu ilaç bana yaramadı’ diyor. GLP-1 ilaçları mutlaka çok ciddi bir beslenme ve egzersiz programıyla kullanılmalı. Hayat şekli düzenlenmeli; ilaçlar, bu değişikliğe uyumu kolaylaştırıyor.”
Prof. Dr. Yılmaz, GLP-1 ilaçlarında patentin 2026 yılında dolacağına dikkat çekti ve sözlerini şöyle sürdürdü: “Asıl risk bundan sonra gelecek. Bir yığın jenerik ilaç (başlangıçta kimyasal patentlerle korunan bir ilaçla aynı kimyasal maddeyi içeren farmasötik bir ilaç) çıkacak. Satışlar reçetesiz olur ve doktor kontrolünde olmazsa kötü kullanım çok daha yaygın olacak ve durum ciddi risk oluşturacak, çünkü bu ilaçlar sıradan ilaçlar değil.”