İsrail içeriden çöküyor mu?

İsrail içeriden çöküyor mu?
Yayınlama: 24.11.2025 15:34
A+
A-

HAARETZ’TEN İÇ ÇÖKÜŞ UYARISI

İsrail’in önde gelen medya kuruluşlarında Haaretz, yayımladığı sert analizlerde ülkenin “hızla iç çöküşe doğru sürüklendiğini” vurgularken, bunun başlıca sorumlusu olarak Başbakan Binyamin Netanyahu’yu işaret ediyor. Gazeteye göre Netanyahu, 7 Ekim’in yarattığı ulusal travmayı bir “iktidar mühendisliği aracına” dönüştürmüş durumda ve ülkeyi kasıtlı biçimde sürekli bir güvenlik krizinin içinde tutarak kendi siyasi ömrünü uzatmaya çalışıyor.

Haaretz’in eleştirisi yalnızca hükümet politikalarına yönelik değil; devlet yapısının tüm katmanlarında hissedilen çözülmeye dikkat çekiliyor. Gazetenin analizine göre İsrail, kurumsal hafızasını, askeri disiplinini ve siyasal denetim mekanizmalarını aynı anda kaybediyor. Özellikle kabine ve güvenlik birimlerinin koordinasyon eksikliği, karar alma süreçlerinde ciddi bir parçalanma yaratmış durumda.

İsrail medyasındaki diğer yayın organları da bu tabloyu destekleyen çarpıcı değerlendirmeler yapıyor:

Yedioth Ahronoth, Netanyahu’nun “kurtarılması imkânsız bir siyasi kariyer için ülkeyi ateş hattına sürüklediğini” yazarken, Başbakan’ın her yeni çatışmayı “iktidarını güçlendirecek bir sahne” olarak gördüğünü belirtiyor. Gazete, Netanyahu’nun Gazze ve Lübnan cephelerinde kontrollü bir tırmandırmayı tercih ederek, hem dış tehdit algısını diri tuttuğunu hem de içerdeki hesap verme baskısını bertaraf ettiğini savunuyor.

Maariv ise ülkenin toplumsal dokusunun son 50 yılın en derin yarılmasını yaşadığını kaydediyor. Gazete, toplumu “Netanyahu yanlıları ve Netanyahu karşıtları” şeklinde keskin bir ikiliğe bölen siyasi atmosferin, İsrail’i yalnızca güvenlik açısından değil, sosyolojik açıdan da büyük bir krize sürüklediğini vurguluyor. Bu kutuplaşmanın artık “güvenlik doktrininin bile önüne geçtiği”, ulusal çıkar hesaplarının kişisel siyasi hedeflere feda edildiği belirtiliyor.

Channel 12 ve Kan News gibi ana akım medya kuruluşlarında yer alan yorumlar ise daha doğrudan bir ifadeyle Netanyahu’nun ülkeyi “kaosun yönetildiği bir modele” taşıdığı görüşünü öne çıkarıyor. Eski Mossad ve Shin Bet yöneticilerinin de yer aldığı bazı yorumcular, hükümetin krizleri çözmek yerine “kriz üretmeye yaslandığını” ve ülkenin uzun vadeli güvenlik kapasitesinin bu nedenle eridiğini dile getiriyor.

İsrail’de yapılan analizlerde öne çıkan ortak görüş şu: Netanyahu’nun güvenlik söylemi ile sahadaki gerçekler arasındaki uçurum giderek büyüyor.

7 Ekim’deki istihbarat ve operasyonel çöküşün ardından hiçbir siyasi sorumluluk kabul etmeyen Netanyahu’nun, savaşın devamını kendi pozisyonunu korumak için kullanması, devletin hesap verebilirliğini neredeyse yok etmiş durumda.

Haaretz’in ifadesiyle: “İsrail’in bugün yaşadığı yalnızca bir güvenlik krizi değil, aynı zamanda devlet yönetiminin çöküşüdür. Ve bu çöküşün merkezinde, ülkeyi kendi siyasi geleceği uğruna ateş hattına sürükleyen bir başbakan bulunuyor.”

Sonuç olarak, İsrail basınındaki geniş yelpaze, liberal, merkez ve hatta muhafazakâr kanat, Netanyahu’nun ülkeyi hem diplomatik hem kurumsal hem de toplumsal olarak tarihin en tehlikeli dönemlerinden birine soktuğu konusunda giderek daha yüksek sesle uyarıda bulunuyor.

GAZZE VE LÜBNAN’DA KONTROLLÜ TIRMANDIRMA

Haaretz, İsrail ordusunun son haftalarda Gazze’de sivillerin yoğun şekilde hedef alındığı operasyonlar ile Lübnan’da Hizbullah’a yönelik nokta atışı saldırıları “hesaplı, siyasi bir tırmandırma stratejisi” olarak tanımlıyor. Gazeteye göre bu adımlar, sahada gerçek bir güvenlik ihtiyacından çok, Netanyahu’nun ABD Başkanı Donald Trump’ın açıkladığı 20 maddelik barış planını boşa düşürme arzusuyla örtüşüyor. Tel Aviv’in attığı her adım, Washington’ın planın uygulanmasını zorlaştıracak “yeni ve geri dönülmez gerçeklikler” yaratmayı hedefliyor.

Haaretz’e göre Netanyahu, savaşı yönetmiyor; savaşı siyasi bir araç olarak tasarlıyor.

Gazete, Gazze’de yeniden batıya doğru “sürünme doktrini” diye adlandırılan ilerlemenin ve Lübnan sınırında temposu artırılan saldırıların, aynı stratejinin iki farklı cephesi olduğunu vurguluyor: Sürekli kriz yaratarak siyasi gündemi kontrol etmek.

İsrail’in ana akım medyasında bu görüşü destekleyen pek çok analiz yer alıyor: Yedioth Ahronoth, tırmandırmanın “operasyonel değil, tamamen politik” olduğunu belirterek şu değerlendirmeyi yapıyor: “Netanyahu, Trump’ın planıyla barışa yaklaşmanın kendi sonu olacağını biliyor. Bu yüzden savaşın devamı, onun için bir güvenlik politikası değil, hayatta kalma stratejisi.”

Maariv ise İsrail ordusunun Lübnan’da gerçekleştirdiği bazı saldırıların, güvenlik kabinesi tarafından bile tam olarak onaylanmadığını, kararların büyük kısmının “Binyamin Netanyahu ve küçük bir danışman çevresi tarafından fiilen yönlendirildiğini” yazıyor. Gazete, bunun “komuta zincirinin aşınması” anlamına geldiğini ve İsrail’in kurumsal kapasitesini zayıflattığını vurguluyor.

Channel 13’te yer alan bir güvenlik analizinde ise, ordudaki üst düzey isimlerin Netanyahu’nun sürekli tırmandırma talebinden rahatsız olduğu ifade ediliyor. Bir generalin aktardığı şu cümle özellikle dikkat çekici: “Biz savaşın askeri mantığını konuşuyoruz, o ise kendi siyasi mantığını. Bu iki mantık birbirini giderek yok ediyor.”

Washington’ın Netanyahu üzerindeki baskısının zayıflığı da medyada geniş yer buluyor.

Haaretz, Trump yönetiminin İsrail’den gelen tırmandırma hamleleri karşısında “sessiz bir hoşnutsuzluk” içinde olduğunu ancak bu sessizliğin Netanyahu’ya geniş bir manevra alanı sağladığını vurguluyor. Analizlerde, Netanyahu’nun Trump’ın planını boşa çıkararak hem pazarlık dengesini bozduğu hem de ABD’nin bölgesel stratejisini sabote ettiği dile getiriliyor.

Walla News, tırmandırmanın bir başka açıdan daha tehlikeli olduğuna dikkat çekiyor:

İsrail kamuoyunun kuzeyde büyük bir savaşa psikolojik olarak hazırlanması. Haberde, hükümetin haftalardır bilinçli biçimde “kaçınılmaz büyük savaş” söylemini pompaladığı, bunun da hem toplumu hem ordunun orta kademesini sürekli alarm halinde tuttuğu belirtiliyor.

İsrail medyasının geniş kesimi Netanyahu’nun iki cephede yürüttüğü bu kontrollü tırmandırmayı, ülkenin güvenliğine hizmet eden bir strateji değil, kendi siyasi geleceğini kurtarmaya çalışan bir liderin tehlikeli oyunlarıolarak görüyor. Haaretz’in ifadesiyle: “Hem Gazze’de hem Lübnan’da tırmandırılan çatışmanın gerçek amacı, savaşın bitmesini engellemektir. Çünkü savaş biterse Netanyahu da biter.”

GAZZE’DE ‘BATIYA SÜRÜNME’ VE YENİ İŞGAL ZEMİNİ

Haaretz analizde, Filistinli kaynaklara dayanarak İsrail ordusunun Gazze’nin batı bölgelerine doğru ilerlemeye çalıştığı belirtiliyor. Bu hamlenin, “anlaşmalar tükendi” iddiasıyla savaşa dönüşü meşrulaştırmak için yeni bir işgal düzenlemesine zemin oluşturmak istediği ifade ediliyor. Gazeteye göre bu hareketlilik, “çatışmayı bilerek kışkırtıp yeniden savaş için gerekçe yaratma” stratejisinin parçası.

LÜBNAN CEPHESİNDE ‘KAÇINILMAZ’ ALGISI

Haaretz, İsrail’in son dönemde Lübnan’da yürüttüğü operasyonların kamuoyuna “zorunlu, gecikmiş ve kaçınılmaz bir askeri müdahale” olarak sunulduğunu vurguluyor. Gazeteye göre hükümet ve Netanyahu yanlısı medya, Hizbullah’ın oluşturduğu tehdidi olduğundan çok daha kapsamlı göstererek toplumda sistematik bir “büyük kuzey savaşı” psikolojisi inşa ediyor. Bu algı yönetimi, hem askeri hazırlıkları meşrulaştırmak hem de Netanyahu’nun içeride karşılaştığı siyasi baskıyı azaltmak için bilinçli şekilde kullanılıyor.

Haaretz’in analizine göre, kuzeydeki gerilim askeri zorunluluktan çok, siyasi ihtiyaçların ürünü. Netanyahu, Lübnan cephesindeki tırmanmayı “seçenek değil, kader” şeklinde sunarak hem ABD’nin ısrar ettiği diplomatik çabaları boşa düşürüyor hem de kendi siyasi söylemini güçlendiriyor.

İsrail medyasındaki diğer yayınlar da bu tabloyu doğrulayan ciddi uyarılar içeriyor: Yedioth Ahronoth, kuzeydeki çatışma söyleminin hükümet tarafından kasıtlı biçimde abartıldığını belirterek şu ifadeye yer veriyor: “Netanyahu, İsrail halkını ‘savaşa mahkûm bir ülke’ psikolojisine sokuyor. Çünkü savaş varsa tartışma yoktur, sorgulama yoktur, hesap verme yoktur.”

Gazete, hükümetin özellikle kuzeyde yaşayan sivillerin korkularını siyasal avantaj olarak kullandığını, yerinden edilmiş on binlerce kişinin geri dönüşünün sürekli ertelenmesinin de bu stratejinin bir parçası olduğunu savunuyor.

Maariv, güvenlik kaynaklarına dayandırdığı analizde, İsrail ordusunun Lübnan’da tam kapsamlı bir savaşı aslında istemediğini, çünkü böyle bir savaşın İsrail için “Gazze’den çok daha yıkıcı sonuçlar doğuracağı” uyarısında bulunuyor. Buna rağmen, siyasi liderliğin her kritik anda tırmandırmayı tercih etmesinin “askeri akıl ile siyasi akıl arasındaki uçurumu büyüttüğünü” yazıyor.

Channel 12’de yayımlanan özel bir dosyada ise Hizbullah tehdidinin kamuoyunda abartıldığı, bazı saldırıların “psikolojik baskı oluşturmak için dramatize edildiği” ifade ediliyor. Kanalın bir yorumcusu, Netanyahu’nun Lübnan cephesini “liderliğini yeniden inşa edebileceği tek sahne” olarak gördüğünü belirtiyor: “Netanyahu artık gücünü devletin başarısından değil, devletin tehdide maruz kalmasından devşiriyor.”

Walla News, hükümetin ‘kaçınılmaz savaş’ söylemiyle hem ABD hem Avrupa üzerindeki diplomatik baskıyı manipüle ettiğini yazıyor. Haberde, Netanyahu’nun Lübnan’la müzakere girişimlerini sürekli sabote ettiği, çünkü diplomatik çözümün “siyasi olarak kendisine bir fayda sağlamadığı” vurgulanıyor. Walla’nın analizine göre: “Netanyahu için Lübnan’la barış riskli, savaş ise güvenlidir. Çünkü savaş onu koltuğunda tutar.”

İsrail’in güvenlik kurumlarının içinden gelen eleştiriler de giderek güçleniyor. Eski Kuzey Cephesi komutanlarından bazıları, hükümetin politikalarını “stratejik sorumsuzluk” olarak nitelendiriyor ve kamuoyuna pompalanan büyük savaş söyleminin “askeri zorunluluktan değil, siyasi hesaplardan kaynaklandığını” belirtiyor.

Bölgedeki gerilimin gerçek nedenine ilişkin Haaretz şu çarpıcı cümleyi kuruyor: “Kuzeyde kaçınılmaz olan savaş değil; Netanyahu’nun ülkeyi kaçınılmaz olduğuna inandırma çabasıdır.”

7 EKİM ŞOKU SİYASİ ARACA DÖNÜŞTÜ

Haaretz, 7 Ekim saldırısının Netanyahu tarafından bir “siyasi şok doktrinine” dönüştürüldüğünü savunuyor. Rehine dosyasının büyük ölçüde kapanmasıyla Netanyahu’nun sahada ateşi “istediği gibi yükseltip alçaltma” imkânı bulduğuna dikkat çekiliyor. Yaklaşan seçimler öncesi Netanyahu’nun kendisini yeniden “İsrail’in güvenlik garantörü” olarak pazarlamaya çalıştığı, oysa 7 Ekim’de yaşananların “ülke tarihinin en büyük güvenlik çöküşü” olduğu hatırlatılıyor.

SORUŞTURMA KOMİSYONUNDAN KAÇIŞ VE DEVLETİN ZAYIFLATILMASI

Haaretz, Netanyahu’nun 7 Ekim saldırıları için tam yetkili bir resmi soruşturma komisyonu kurulmasına karşı çıkmasını “devlete karşı işlenmiş bir suç” olarak niteliyor. Gazete, kurulan sözde komisyonun hükümet tarafından atanacağını, dolayısıyla “şüphelilerin kendi soruşturmalarını dizayn ettiği” bir düzen kurulduğunu belirtiyor. Askerî komuta kademesi ve istihbarat yöneticilerinin istifa ettiği bir tabloda tek bir kişinin hesap vermediği vurgulanıyor: Binyamin Netanyahu.

TRUMP’A ÇAĞRI: “NETANYAHU’YU DURDURUN”

Gazete, ABD Başkanı Donald Trump’a seslenerek Netanyahu’nun attığı adımların bölgeyi büyük bir savaşa sürüklediğini, Washington’ın bu gidişata karşı daha kararlı bir tutum sergilemesi gerektiğini ifade ediyor. Trump’ın Gazze için açıkladığı planın uygulanmasında ısrar etmesi, Lübnan hükümetine destek vermesi ve İsrail’in anlaşmaları sabote etmesi hâlinde sert bir tepki göstermesi öneriliyor.

İSRAİL BASININDA DİĞER UYARILAR

İsrail basınında yayımlanan diğer analizler de tabloyu daha karanlık bir resme dönüştürüyor.

Yedioth Ahronoth, Netanyahu’nun “siyasi ömrünü uzatmak için ülkeyi ateş çemberine soktuğunu” yazıyor.”

Maariv, toplumdaki kutuplaşmanın “son 50 yılın en tehlikeli seviyesine” ulaştığını belirtiyor.

Eski güvenlik yetkilileri ise devletin artık “kurumsal yapı tarafından değil, fraksiyonlar tarafından yönetildiğini” savunuyor.

“7 EKİM’İN İKİNCİ İHANETİ”

Haaretz, ülkenin bugün sadece dış düşmanlarla değil, kendi iç dinamiklerinin yarattığı krizlerle de mücadele ettiğini vurgulayarak şu uyarıyı yapıyor: “Bu, 7 Ekim’in ikinci ihaneti: ilki halkı koruyamamaktı, ikincisi ise devleti içten çökertmek.”

Gazete, İsrail’in hem kuzeyde hem güneyde büyük bir felaketin eşiğinde olduğunu, devlet kurumlarının zayıfladığını ve siyasi liderliğin hesap vermekten kaçınarak ülkeyi daha derin bir kaosa sürüklediğini belirtiyor.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.