Kronobiyoloji (biyolojik saat bilimi) üzerine çalışan Michel Siffre, zamanın insanlar üzerindeki etkisini anlamak için adeta hayatını ortaya koydu. Saat, gün ışığı ve insan teması yoktu. Tek referansı yalnızca kendi bedeni ve zihniydi.
Başlarda günlerini yazarak, küçük rutinler oluşturarak geçirdi. Ancak zamanla tuhaf bir şey fark etti: Vücudunun iç saati kaymaya başlamıştı.
Kısa süre içinde Siffre’nin 24 saatlik döngüsü tamamen çöktü. Vücudu kendine yeni bir ritim geliştirdi:
Yani insanın biyolojik olarak 24 saatlik döngüye değil, çok daha uzun bir ritme uyum sağlayabileceği ortaya çıktı.
Siffre’nin bulguları bugün hala bilim insanlarını düşündürüyor:
Siffre’nin mağara deneyleri yalnızca 1972 ile sınırlı kalmadı. Daha sonra NASA ile de çalışarak astronotların uzun uzay görevlerinde yaşayabilecekleri biyolojik kaymaları inceledi. Bugün bile “insan biyolojik saati gerçekten 24 saat mi?” sorusu onun deneylerinden sonra daha güçlü soruluyor.
Uzmanlara göre bu deney, modern yaşamın bize dayattığı takvim ve saat anlayışının biyolojimizle her zaman uyumlu olmadığını kanıtladı. Peki çözüm ne?
Belki de Siffre’nin mağaradan çıkardığı en büyük ders buydu: Zamanın esiri değil, kenti ritmimizin sahibi olabiliriz.